24 Şubat 2014 Pazartesi

ANAVARZA



Adana’dan Ceyhan yönüne doğru 20-25 kilometre gittikten sonra sola doğru dönerseniz, bir süre sonra karşınıza bir küçük bir köy çıkmakta: Dilekkaya. Köy, 1932 yılında iskan edilmiş. İşte burası aynı zamanda Anavarza’nın giriş kapısı. Köy tümüyle sit alanının üstüne kurulmuş. Köyde inşaat yasak, yeni bir ev açamadıkları için gençler evlenemiyor! Ola ki bir evlenen çıkarsa “huğ” adı verilen, kamışların üstünün çamurla sıvanmasından oluşan, artık adına ne kadar ev denilir, bilemiyorum, basit sığınaklara yerleşmek zorunda kalıyorlar. Koruma nedeniyle köyde mahkemelik olmayan tek kişi yok neredeyse!



Tesadüfler
Anlatılanlara göre, bölgenin antik değeri de yeni bir ev açma gayreti sayesinde ortaya çıkmış. Nasıl mı? Anlatılanları aktarayım: Hatun Dilci, bundan 30-40 yıl önce evlenmiş. Kayınvalidesinin evine gelin gitmiş. Bir süre sonra gelin-kaynana arasında sorunlar çıkmış. Bunun üzerine eşi, sahip oldukları arazinin bir köşesine küçük bir ev yapmak istemiş. Temel atmak için toprağı kazmışlar, bu sırada üzerinde yunus balıkları resmi olan bir mozaik ile karşılaşmışlar. Hatun hanım sevinmiş, “aman” demiş, “ne güzel, artık halı almamıza gerek kalmadı”. Ama, karı-kocanın aklına bir kurt düşmüş, “başımıza bir iş gelir mi” demişler. Ve Adana Müzesi’ni durumdan haberdar etmişler. Müze uzmanları gelip mozaiki incelemiş, Hatun hanım ile eşine o zamanın parasıyla 500 lira ödül vermiş, “buranın sorumlusu sizsiniz, bunu iyi koruyun, evinizi de başka bir yere yapın” demiş. Bunun üzerine bahçenin başka bir köşesini eşmeye başlamışlar. Artık, şans mı denir, tesadüf mü denir, ya da kader mi, ne derseniz deyin, kazdıkları yeni yerden de tabanında deniz tanrıçası Thetis ve Eros’u simgeleyen büyük bir mozaikin bulunduğu bir havuz çıkmış. Yine, Adana Müzesi’ne haber verilmiş. Yetkililer yine gelmiş ve bu sefer, “sizin eliniz uğurlu, nereye el atsanız bir şeyler çıkıyor, bundan böyle buranın bekçisi sizsiniz” demişler. Eh, resmi devlet görevlisi olunca, Hatun hanım ve eşi, çevrede gördükleri açıktaki tarihi eserleri parça parça evlerinin bahçesine taşımış. Bahçede adeta küçük bir müze oluşturmuş. Hatun hanım, bir süre önce emekli olmuş, olmuş ama, yerini de oğluna bırakmayı ihmal etmemiş! Kendine özgü sıcak şivesi ile “okumam-yazmam yok, ama devlet memuriyetinden emekliyim” diye övünüyor. Bu arada, bekçi iken belinden hiç eksik etmediği tabancasını teslim etmenin üzüntüsünü de yaşıyor!






Ve bir riyavet; denir ki, Yaşar Kemal "İnce Memed"in bir kısmını iki gün kaldığı bu köyde, hatta 
Hatun hanımın evinde yazmış! Doğrusu, mekan, Yaşar Kemal’in eserlerinde sık sık bahsettiği, zaten çocukluğunun da geçtiği Hemite kalesi o kadar yakında ki, inanmamak mümkün değil!








Nasıl Gezilir?
Aslına bakarsanız, Anavarza iki bölümden oluşmakta. Bir; Dilekkaya köyünün bulunduğu ovalık alan, iki; zeminden 200 metre kadar yüksekte olan kale.

İlk kısımda, şimdilik görülecek fazla bir şey yok. Şimdilik diyorum, çünkü henüz hiçbir kazı yapılmamış. Büyük bir zafer kapısı, bu bölgenin en görkemli yapısı. Septimius Severus devrinde yapılmış olan kapı Çukurova’da üç girişi olan tek zafer takı.
Kayalara oyulmuş stadyumum izleri belli belirsiz. Stadyumun elli metre kadar yakınındaki kayalık, yapay bir yarıkla ayrılmış. Buraya nedendir bilinmez, Hazreti Ali yarığı deniyor. Rivayete göre, Hazreti Ali, Bizanslılar ile savaşırken, kılıcını çekip bu dağı yarmış ve ordusunun geçişini sağlamış! Ama, tarih, bu geçidin Roma veya erken Bizans döneminde, Anazarbus'tan Flaviopolis (Kadirli) ve Hierapolis-Kastabala'ya gidilmesi için açıldığını kaydetmekte!
Aynı bölgedeki anfitiyatro, oldukça bakımsız halde. Etrafında, özellikle çeşitli spor oyunlarında başarı gösterenlerin frizleri/kabartmaları bulunmakta. Aynı bölgede bir hamam kalıntısı da yer almakta.
Kale


Gezilecek diğer alan olan kaleye çıkmanın iki yolu var. Size kayalık araziden yavaş yavaş tırmanarak çıkmanızı öneririm. Tırmanış yaklaşık olarak bir saat kadar sürmekte. Ne var ki, bu yolda biraz dikkatli olmak gerekiyor, çünkü her an zehirli bir yılanla karşılaşma ihtimali var. Yol üzerinde kayalara oyulmuş kilise kalıntılarını görmek mümkün. Zirveden aşağıya ise ikibin yıllık merdivenleri kullanarak inebilirsiniz. Böylesi daha rahat oluyor. Tabii, kaleden, aşağıdaki alanı seyretmek de ayrı bir zevk. Yukarıdan, ovada kurulu kentin büyüklüğü çok rahat anlaşılmakta.

Romalılar zamanında yapılan kale, Bizanslılar, Ermeniler ve Araplar tarafından onarımdan geçirilmiş. Oldukça sağlam vaziyette olan 1.500 metre uzunluğundaki surlar üzerinde 20 burç bulunmakta. Bu haliyle yapı Anadolu’daki ender örneklerden birini oluşturmakta. Kale içinde küçük bir kilise, kuleler, ahırlar, odalar ve depolar bulunmakta. Çatısı hariç, diğer kısımları ayakta olan Ermeni prensi Toros’a ait kilise dikkate değer bir yapı. Üzerinde Ermenice bir kitabenin bulunduğu “şato” bütün haşmeti ile ayakta. Bu şatoya girmek mümkün ama, şatoya giriş için konulan merdivenlere çıkmak biraz cesaret gerektiriyor! Kalede ilgi çeken bir nokta, günümüzdeki “tuvalet” sisteminin ilk örneklerinden birine sahip olması.



Son Söz Yerine 
Bu arada yeri gelmişken yazayım. Dilekkaya köyünde öyle “lojistik” destek sağlayacak yerler yok. Ne lokanta, ne de bakkal bulunuyor. Tedbirli olmakta yarar var. Ama, belirtmeden geçmeyeyim, Kültür Bakanlığı’nın görevlisi size yardım etmek için elinden geleni yapıyor, bütün araziyi gezdirmenin ötesinde, sağolsun, kaleden yorgun-argın döndüğünüzde istediğiniz kadar çayı da demliyor!

Bir başka rotada birlikte olma dileğiyle...
 YAZI VE FOTOĞRAFLAR: M. Bülent VARLIK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder