30 Mart 2016 Çarşamba

ZARİF VE İHTİŞAMLI : VİYANA

Bir kentti gezmeye değer bulduran şey nedir biliyor musunuz duygularınızı beslemektir derim. Çünkü farklı bir coğrafyada sezgilerinizi anlayan kentsel bir kurgudan ilham alır keşif tutukusu.Tuhaftır ki bazen kendinizi daha iyi anlyabilmek için en uzağa gitmeniz gerekebilir. Bu durum bana yanlız kalmak isteyen insanları daha iyi anlamamı sağlıyor.
Bazen bulunduğun ortamı terk etmek insana gerçeği bile daha doğru görmesini sağlayabilir En uzağa yaklaştıkça kendinizi daha iyi algılamanızı sağlayabilir. Ben de bu yüzden kendime uzak bir rota seçtim.Ancak seçtiğim rotanın  hakkında çok şey söylenmiş popüler bir yer olmasına özellikle dikkat ettim..Son zamanlarda oldukça rağbet gören bir destinasyon olan Orta Avrupa parkurunu hiç tereddüt etmeden tercih ettim.Ve bu rotanın da en başına tabi ki Viyana'yı koydum
Ancak öyle basit bir seçim olmadı tabi ki bu.Bir defa gideceğim yer zarif ve asil olmalıydı
Değerli gezginler; sizlere bu yazımda Viyana'nın tüm güzelliklerinden bahsetmeye çalışacağım.Şunu baştan ifade etmek istiyorum ki İhtişam ve asaletin sıfatının  çok yakıştığı bir kent olarak Viyana Orta Avrupa  içinde çok farklı bir duruşa sahip seçkin bir kent..Özellikle  mimarisi ön plana çıkan Viyana'da bir kentte aradığınız her şeyi bulmanız mümkün.Şık müzeler ve alışveriş merkezleri ve tarihi binalarla adeta geçmişte bir yolculuğa çıkıyorsunuz. Kısacası bu  kentte sıkılmanız mümkün değil. Bende bir rehber gözüyle Viyana hakkındaki izlenimlerimi uygulanabilir bir programa dönüştürerek siz seyahat severler adına kaleme alırken büyük keyif aldım.Ve de elimden geldiğince de önem ve popülerlik kıstasına göre kurgu üretmeye çalıştım. Bireysel gezginleri de unutmadım , onlar için de travmay ve yürüyüş parkurlarının bol olduğu bir çok rotadan bahsetmeye çalıştım  Umarım hoşunuza gider.
İşte size bu kenti daha yakından tanımanıza olanak sağlayabilecek bir kaç önemli tiyo ile başlayalım.Ardından da önemli başlıkları teker teker işlemeye çalışalım.
İşte başlıyoruuuz!! İlk durak kent merkezi ; MuseumQuartier!!..

İyi Bir Başlangıç İçin
Eğer kente iyi bir başlangıç yapmak istiyorsanız kuşkusuz bunun için en iyi seçimlerden birisi müzelerden yola çıkmak olmalı.Müzeler konusunda önünüzde oldukça zengin bir seçeneğe sahip olduğunuzu belirtmeliyim.Eğer U-Bahn isimli metro kullanacaksanız MuseumQuartier istasyonunda indiğinizde kendinizi tam olarak müzelerin topluca bulunduğu bir meydanda bulacaksınız.Bu alana MuseumQuartier adı verilmiştir.Dilerseniz bu meydanı biraz yakından tanıyalım
MuseumsQuartier: müze severlerin bayılacağı ve eminim ki kendini kaybedeceği bir yer. Bünyesinde sanatın her çeşidiyle ilgili bir şeyler bulabileceğiniz 11 farklı bina/enstitü/müze mevcut. Ayrıca bahçesinde oturup dinlenmek, bir şeyler içmek için güzel kafeler de var.
Teknoloji/bilim müzeleri hariç çok fazla müze sever biri değilimdir. Burada beni, bahçesinde sağlı sollu konumlandırılmış iki müze etkiledi. Biri heybetiyle, diğeri de sadeliğiyle.
MuseumsQuartier‘in bahçesinde siyah kütlesiyle yükselen Mumok, Orta Avrupa’nın en büyük Modern Sanatlar Müzesidir.
Heeresgeschichtliches Museum: Türkçe adıyla Arsenal Müzesi, 16. ve 20. yüzyıl ile ilgili savaş araç ve gereçlerini barındıran bir müze. Ayrıca müze, Avrupa’daki en büyük Osmanlı savaş malzemesi kolleksiyonu'na da sahip
Bu da aynı bahçenin diğer köşesinde yer alan, Mumok’un aksine beyaz kütlesiyle dikkat çeken Leopold Müzesine mutlaka vakit ayırın.Çünkü müzeler deyince de Leopold Müzesi ön plana çıkanlardan birisi olduğunu özellikle belirtmek istiyorum.
Leopold Müzesi :Müzeler merkezinde bulunan Leopold Müzesi   2001 yılında Rudolf ve Elisabeth Leopold’un, koleksiyonlarını bağışlamasıyla kurulmuş. En önemli özelliği dünyanın en büyük Egon Schiele ve Gustaw Klimt koleksiyonuna sahip olması. Kent, Jugendstil sanat akımının etkisi altında birbirinden görkemli binalarla süslü ancak  Frederik Hundertwasser  bu kente sıradışı çizgiler kazandırmayı başarmış. 
Eğer Vaktiniz varsa ve  Kenti kuşbakışı izlemek isterseniz Prater Park doru adres. Burada,  Avrupa’nın en eski dönme dolaplarından biri var.  İmparator I. Franz Joseph’in tahta çıkışının 50.yılı dolayısıyla yaptırılan dönme dolabın tepesinden şehrin saraylarını ve görkemli yapılarını panoramik olarak izleyebilirsiniz. Viyana’nın biraz dışındaki  Heuriger bölgesi geleneksel Viyana’yı yaşamak isteyenler için ideal. Viyana Kuşatmaları sırasında Türkler ve daha sonra da Napolyon tarafından yıkılmış olan bu yer,  kendi sarabını üreten restoranlarla dolu.Viyana geniş bağlarla çevrili  bir kent olduğunda şarap evleri de bir gelenek halini almış.

Yüreyerek Viyana Gezisi:
Travmayla  kenti panoramik olarak görebilirsiniz fakat keşfetmenin en iyi yolu geziyi yürüyerek sürdürmek.Yürüyüşe başlamak için se en iyi tercih kent merkezinden yola çıkmak olmalı.Ben yine size MuseumQuartier istasyonuna kadar metroyla gelmenizi ve burdan sonraki aşamayı yürüyerek devam ettirmenizi öneriyorum.
 National Historic Museum (Doğa Tarihi Müzesi www.nhm-wien.ac at)  özellikle rengarenk doğal taşlara meraklılarının, maden,jeoloji,doğa tarihi ve arkeoloji bilimleri ile ilgilenenlerin mutlaka ziyaret etmesi gerekli bir adres. 39 adet sergi salonunun herbiri akıl almaz bir emekle donatılmış.Dünyanın en iyi 10 müzesinden biri olarak biliniyor. En değerli eserler 25 bin yaşındaki Willendorf Venüsü heykeli ve imparator Franz Stephan'a karısı Maria Therasa tarafından armağan edilen değerli taşlar demeti. İnanılmaz bir görsellik çok çeşitli , önemli bilgiler ve zenginliklerle dolu bir müze. Hayatınıza renk gelsin, ruhunuz canlansın istiyorsanız uğramadan dönmeyin.
Aziz Stephan Katedrali
Viyana’nın merkezindeki 1365 yılında inşa edilmiş Aziz Stephan Katedrali (Stephansdom, Domkirche St. Stephan zu Wien), Viyana’nın en önemli simgesi. Kentin tam merkezi olan Stephansplatz Meydanı’ndaki katedral Roma Gotik mimariye sahip ve Avusturya Dükü IV. Rudolf tarafından yaptırıldı.

Stephan Katedrali’nin kulesine çıkmak için 7x7x7=373 basamak çıktım. Katedralinin çan kulesinde 1534 yılında bir memur Osmanlı akıncılarının yaklaştığını görüp çan çalarak halka haber vermekle görevlendirilir ve bu memuriyet yüzyıllarca sürer. 1956’da (!) Viyana Belediye Meclisince artık bir Osmanlı tehlikesi kalmadığına karar verilir ve bu görev kaldırılır.




Aziz Stephan Katedrali Viyana’nın en önemli yerlerinden biri. Oldukça kalabalık olması sebebiyle pek rahat gezemeye bilirsiniz, bu yüzden erken saatlerde gitmenizi öneririm. Erken saatlerde giderseniz kuleye tırmanma şansı da bulursunuz. Bu katedralin önü Viyana’nın en ünlü caddesi oluyor ayrıca.
Giovanni Capistrano. Üzerine bastığı kişi ise bir Osmanlı akıncısını temsil ediyor. Giovanni, Avusturyalıları Osmanlı’ya karşı örgütleyen bir azizdir. 
Bu kilisede Türklere ait tek iz elbette bu değil. Kilisenin 21 tonluk çanı “pummerin” de yine başarısız olan II.Viyana kuşatmasında Türklerden ele geçen silah ve topların eritilmesiyle yapılmıştır. Halk arasında Türk çanı olarakta isimlendirilir. Kilisenin kuşatma sırasında, top saldırısı yüzünden çok zarar aldığı da söylenir.
Stephansdom önünde ve opera binası yakınlarında Mozart kıyafetli pek çok kişinin opera biletleri sattığını görebilirsiniz. Merkezi bir yerde olan Nordsee isimli balık restoranında 9 tane Türk çalışıyor, tavsiye ederim – bize çok yardımcı oldular hesap konusunda. Kişi başı 12-15€ civarında tutuyor.
Doğa Tarihi Müzesi
Doğa Tarihi Müzesi (Naturhistorisches Museum) türünün en büyüklerinden ve Avrupa’nın en önemli müzelerinden. 39 salonunda dünya ve yaşamla ilgili binlerce nesne sergileniyor. Değerli madenler, nadir fosiller, dev dinazorlar ve eşsiz tarih öncesi buluntular var. Burgring Caddesi 7 numaradaki müzenin giriş biletleri: tam 10 Avro, yaşlı 8 Avro, öğrenci 5 Avro. 

Viyana Devlet Operası
On dokuzuncu yüzyılın ortasında inşa edilen Devlet Operası (Wiener Staatsoper), sanat dünyasına göre dünya operasının merkezi. Herbert Von Karajan buranın yöneticiliğini yaptığı dönemde operaların kendi dillerinde sergilenmesini başlattı, ondan önce tümü Almanca gösteriliyordu. Viyana’da yapılacak şeylerin başında klasik müzik konserine gitmek geliyor.
Viyana Devlet Operası / Staatsoper


Albertina Müzesi
Albertina Müzesi Avusturya’nin başkenti Viyana’nın önemli sanat müzelerinden biri. 65.000’den fazla çizimin yanı sıra ağaçbaskı, taşbaskı ve gravür gibi tekniklerle yapılmış bir milyondan fazla baskı eseri ve bir o kadar da modern grafik çalışmalardan oluşan koleksiyonu ile dünyanın en geniş ve en önemli grafik eser koleksiyonlarından birine sahip. Albertinaplatz Meydanı’ndaki müzede tam bilet 12 Avro, öğrenci bileti 8.5 Avro.
Albertina Müzesi, Viyana, Avusturya.

Viyana Sanat Tarihi Müzesi
Sanat Tarihi Müzesi (Kunsthistorisches Museum) dekoratif sanatlar ve güzel sanatlar alanlarında dünyada önemli bir yere sahip. Yılda yaklaşık 700.000 kişiniz ziyaret ettiği müzede tam bilet 14 Avro olup 19 yaş altındakilere ücretsiz.

Kunsthistorisches Museum / Viyana Sanat Tarihi Müzesi

St. Peter Kilisesi
Bugünkü yerinde kentin en eski kilisesi Orta Çağ’da inşa edilmiş olan Aziz Peter Kilisesi (Peterskirche), Barok tarzı bir Roma Katolik Kilisesi.

 Aziz Peter Kilisesi, Viyana, Avusturya


Mariahilf Kilisesi
Bu kilise Viyana’nın altıncı bölgesi Mariahilf ile aynı adı taşıyor. 1689 yılında Sebastiano Carlone tarafından inşa edildi, 1715 yılında Franz Janggl tarafından yeniden tasarlandı. Altı tane şapeli olan Mariahilf Kilisesi’nin bugün gördüğümüz fresklerini 1760 yılında Johann Hauzinger ve Franz Xaver yaptı. İçinde 1763 yılından kalma büyük bir organizasyon var.
Mariahilf Kilisesi

Biblioteka Viyana, Prunksaal.


Viyana Sarayları
Viyana saraylarıyla ünlü bir şehir. En ünlü 3 sarayı ise Hofburg Sarayı, Belvedere Sarayı ve Schönbrunn Sarayı. 
Sarayları gezmek için çeşitli bilet tipleri var ve hiç biri ucuz değil. “Gold pass” olarak geçen ve 9 ayrı bölümü içeren en geniş bilet 40€. Biz bu kadar vaktimiz ve enerjimiz olmadığı için sadece 4 bölümü içeren “classic pass” aldık. Bu bilet ise yetişkinler için 16,5€, öğrenciler için ise 15€. 
“Grand tour” dedikleri sarayın içini gezdiğiniz tur kesinlikle mükemmel. Girişte ücretsiz olarak cep telefonu benzeri rehber bir cihaz veriyorlar ve Türkçe desteği var! Türkçe olarak size sarayın tarihini anlatıyor, geçtiğiniz her odanın numarasını tuşlayarak orayla ilgili bilgi alıyorsunuz. Bu tur yaklaşık 1 ile 1,5 saat arası sürüyor. Ne kadar İngilizce bilseniz de, anlatılanı mı dinleyeyim, eserlerime bakayım derken kafanız karışır, bu yüzden Türkçe desteği olması çok güzel
2. Hofburg Sarayı
Hofburg İmparatorluk Sarayı, Avusturya’nın başkenti Viyana’nın en önemli tarihi yapılarından. Bilet sesli rehber dahil 11.5 Avro.

Saray başta Habsburg hanedanlığı olmak üzere Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun birçok yöneticisine ve hanedanına ev sahipliği yaptı. Hofburg Sarayı daha çok kışlık malikane olarak kullanılırken, birazdan bahsedeceğim  Schönbrunn Sarayı yazlık olarak tercih edildi. Sarayda 4.659.852 tane tarihi eser var.

Hofburg Sarayı
Ünlü Fransız Kraliçesi Marie Antoinette, Hofburg Sarayı’nda dünyaya geldi. 1654 yılında yapılan saray, mutlaka gezilmesi gereken bir yer.
Schönbrunn Sarayı (Schloss Schönbrunn)
Hofburg (İmparatorluk Sarayı/Cumhurbaşkanlık Köşkü): 1918'e kadar Habsburg Hanedanlığına ait bir saray olan Hofburg bugünlerde büyük bir müze haline getirilmiştir.
Viyana'nın Versailles'i" da denilen köşkte 1400'den fazla oda ve birçok büyük bahçe bulunmaktadır. Hofburg'daki görkemli apartmanlara tur yapmaktansa, şehrin batısındaki bu muhteşem sarayı mutlaka görmenizi tavsiye ederiz. Özellikle odalardaki dekor görülmeye değer .İçerde aynı zamanda "Coach and Carriage Museum" adında bir müze var. Bu saraya ait parkta piknik yapmayı sakın unutmayın.
Avusturya’nın en önemli kültürel eserlerinin bulunduğu saray olup ülkenin en çok ziyaret edilen yeri. Avrupa’nın en güzel saraylarından biri olan Schönbrunn Sarayı’nı gezmek için satılan biletler, görmek istediğiniz kadarına göre 8.5 – 18 Avro arasında değişiyor.

Schönbrunn Sarayı, Viyana, Avusturya.
On yedinci yüzyılda İmparator I. Leopold, Barok mimar Bernhard Fischer von Erlach’ı kraliyet ailesi için görkemli bir av köşkü inşa etmekle görevlendirir. 1683’deki II. Viyana Kuşatması’nda, çevredeki binaların yok edildikleri söylenir. Bina ve bahçesinin yapımı 1744-1749 yılları arasında imparatoriçe Maria Theresa tarafından tamamlanır. İmparator I. Karl, 1918’de tahtı bıraktığını bildiren ve Habsburg Hanedanı hakimiyetine son veren anlaşmayı burada imzalar. Bugün hem kültürel hem de politik açıdan Avusturya’nın en önemli mekanı.

Belvedere Sarayı: 

Bahçeleriyle ve sanat gelerileriyle Viyana'nın en çekici yerlerinden biri.Sisi (nam-ı diyar Avusturya İmparatoriçesi Elisabeth)’in yazlık evi: Belvedere Sarayı

Alışveriş:
Gel gelelim boş zamanınızda iyi vakit geçirmenizi sağlayacak eğlence merkezlerine.Bu konuda da Viyanada çok şanslısınız.Eğer sevdiklerinize Viyana'dan hediyelik eşya almak isterseniz Kartner caddesi ünlü markalara ait mağazaları bulabileceğiniz şık bir alışveriş mekanı. Hediyelik eşyalar satın almak istiyorsanız tam yerindesiniz. Ne almalıyım diye düşünmeyin. Mozart çikolataları, porselenler, seramik ürünler, el yapımı bebekler, kristaller sizi bekliyor. Ayrıca alışverişle ilgili pazar yerinde bir tad arıyorsanız merkeze yakın denilebilecek bir konumda bulunan Naschmarkt, sebze meyve satıcıları, şarküteriler, balıkçılar, kafeler ve lokantaların bulunduğu tarihi bir pazar yeri. Bölgedeki esnafın neredeyse tamamını Türkler oluşturuyor. Dolayısıyla anadilinizde sohbet ederek alışveriş etmek istiyorsanız da Naschmarkt’a  gitmelisiniz. Cumartesi günleri bölgedeki otoparkta bir de bit pazarı kuruluyor.Son bir ekleme olarak Pazar alışverişlerini seviyorsanız ;Neubaugasse boyunca kurulan pazar tıklım tıklım dolu. Aklınıza gelebilecek her şeyi bu açık hava pazarında bulabilmek mümkün. Bu tür pazarlar ve özellikle ikinci el pazarları tam bir cazibe merkezi gibi. İnsanın her şeyi alası geliyor.
Şimdi de gelilim meşhur sokaklara .Ben genellikle daha iyi anlaşılması için Avrupadaki caddeleri Kızılay ve İstiklal caddesiyle kıyaslıyorum.Bu yüzden de Viyana’nın İstiklal Caddesi denebilecek Singer Strasse’de aynı zamanda otel de olan DoCo binasının altıncı katındaki Onyx Bar lüks ve şaşa sevenler için doğru adres olduğunu belirtmeden geçmek istemiyorum. Dansetmekten hala yorulmadıysanız gecenin devamı için önerim The Passage. Yeraltına inen merdivenleri sizi korkutmasın,  kentin en şık ve en eğlenceli kulüplerinden birindesiniz. Geceyi leziz bir HotDog ile bitirmezseniz gerçek bir Viyana eğlencesi yaşamış sayılmazsınız. Albertinaplatz’ın köşesindeki büfe sabah 04:00’e kadar açık.
-El işi Viyana porselenleri ile ilgili olarak da bir ekleme yapmak istiyorum Augarten Parkı'nın merkezindeki beyaz sarayda üretilen porselenleri görmelisiniz.(www.kultur.park.augarten.org) Burada 1923 yılından bu yana üretilmekte olan porselenlerin yapımını izleyebilir,satın alabilir ve hemen yanındaki kafede  menü şeklinde sunulan öğle yemeğinizi yiyebilirsiniz.Porselen eşya sevenler için  farklı,değişik bir tur.  
Restorantlar ve Kafeler:
Viyana'da kafeleri hem gezmek hem de harika tatlar için mutlaka ziyaret edin.Benim en sevdiğim ,kafe Demel (Kohlmarkt 14), Kocaman mutfağı herkesin görebileceği bir yere konumlandırılmış,camekanın ardında hamura şekil verirken adeta bir sanatçı edası ile çalışanları izlemek çok keyifli. Anna turtası ve cafe melange harika bir ikili. Kafe Savoy, Sacher ve Landtmann de soluklanmak için ideal.Viyana'da bana göre en iyi yemek şinitzel. Bunun en iyi adresi Figimüller Lokantası.Tabağın tamamını kaplayan kocaman şinitzelleri var. Tavuk veya hindi şinitzel yanında patates salatası ve ev yapımı şarap iyi bir tercih oluyor. Yöresel lezzetler için bir diğer öneri Salm Brau isimli restaurant Tipik Avusturya ambiansında, fiyat kalite dengesi gayet tutarlı , mutlaka görülmesi ve denenmesi gereken bir yer
Vaktin Olursa Yapmalısın/Denemelisin:
Viyana'da  operaya gitmeden dönmek olmaz. Staatsoper veya Volksoper ( halk operası, turistlerin değil genellikle yerleşik halkın tercih ettiği kesinlikle görülmeye değer bir mekan) bunun için en iyi tercihler İşinizi şansa bırakmayın seyahatinizi planlarken internetten www.culturall.com adresini ziyaret edip bulunacağınız tarihlerdeki programlara göz atın  çok uygun fiyatlı biletleri görünce şaşıracaksınız. Belirttiğim adresten yaklaşık 200 euroluk bir  bileti 5-10 euro civarında satın alabilirsiniz.Klasik müzik veya opera sevin sevmeyin orada o atmosferde olmak Viyana'da halktan biri gibi yaşıyor olmak adına yapılacakların en başında bence.

Bir Viyanada unutulan bir bölge Spittlberg'i görmeden dönmek kayıp diyorum.18.yüzyılda bölge barakalarla,batakhanelerle doluymuş 19.yüzyılda bunların hepsi kapatılmış ve zaman içinde bölge bir harabeye dönüşmüş 1970'lı yıllarda bölge yeniden yapılandırılmış. Şimdilerde sanat galerileri, el sanatları dükkanları ve tezgahları ve keyifli barlarla dolu.  Farklı bir tını var burada sanki Viyana'nın tüm ihtişamına sırtını dönmüş farklı bir alem. Kurtarılmış bu bölgeyi gezerken etraftaki sevimli evler sanki  bir şeyler fısıldamak ister gibi sizi kucaklıyor. 
Hundertwasserhaus Viyana'da ilginç bir yerleşke. İlk görüldüğünde lego evleri anımsatıyor.Avusturyalı sanatçı Friedensreich Hundertwasser tarafından tasarlandığını öğrendiğimiz bina yeşillikler içerisindeki çatısı rengarenk cephesi ile görülmeye değer.Bu binada yaklaşık 50 daire var özel konut olduğu için içeriye giremiyorsunuz ancak zemin kattaki resim,heykel, hediyelik bir sürü eşya satan dükkanları görülebiliyor.1 nolu tramvay tam önünden geçiyor.
•      Grinzing Viyana'da tramway ile ulaşabileceğiniz saklı bir köşe. Önceden üzüm bağları ile dolu bu sevimli bölge şimdilerde harika kafeler ve bizdeki meyhane kültürünü anımsatan lokantalar ile dolu. 38 numaralı tramvay ile yaklaşık 20 dakikada ulaşabilirsiniz.Benim için son  akşam yemeği için tercihi  Zum Martin Sepp oldu. Temiz,butik,özenli ve sevimli bir mekan. Gulaş, biftek ve apple strudel harika.
  Sadece lezzet olarak değil  tasarım, inclik, zerafet  ve ihtişam .. Ve  daha saymakla bitmeyecek birçok güzelliğin buluştuğu bir şehir Viyana! Ben 4 günlük bir programa bu kadarını sığdırabildim.Ama size tavsiyem burada bir haftalık bir tatil yapmanız .O zaman söylemek istediklerimi daha iyi anlayacaksınız.
Vakti ayırığınız için teşekkür ederim.Bir sonraki gezide görüşmek üzere sağlıcakla kalın
Yazı:Profesyonel Turist Rehberi Cengiz ÖZTÜRK

22 Mart 2016 Salı

TEMPO TUR İLE BUDAPEŞTE TURU

Macaristan’ın başkenti Budapeşte’yi, televizyonda bir gezi programında seyretmiştim. Büyülenmiştim adeta. O gün karar vermiştim, mutlaka gidip görecektim. Önce gezi için bir tur bulmam gerekiyordu. Öyle bir tur bulmalıydım ki, başka bir ülkede de, kendi ülkemdeymiş gibi rahat etmeliydim. Hiç kimse yoğurdum ekşi demez elbette. O yüzden biraz araştırma yapmak istedim. Tempo turun adını duydum. Gidip görüşmekte fayda var diye düşündüm. Çünkü tur programında yazılanların tamamını orada görmek ve yaşamak istiyordum. Çünkü yurt dışına gitmiş insanlardan hayal kırıklığıyla ilgili o kadar çok hikâye duymuştum ki, gerçekten tedirgin olmuştum. Tempo Tur’un Ankara çıkışlı bir tur olması tercihimin en başına yerleşmesine neden oldu. Çünkü seyahate giderken rahatlık benim için çok önemli. Tempo Tur’un da bana bu rahatlığı sağlayacağını hissettim. Ankara çıkışlı olması benim için çok büyük bir avantajdı. Ankara’da yaşayan birisi için İstanbul’a gidip oradan bu geziye katılmak hem daha masraflı hem de vakit açısından oldukça zordu. Tura katılmak için görüşmeye gittiğimde, sıcakkanlı karşılamada benim kararımı kolaylaştırdı. Oradaki arkadaşın güven veren konuşması rahatlamamı sağladı. Sonuçta başka bir ülkeye gidecektim. Vazgeçtim haydi yarın döneyim deme şansımda yoktu. Ülke içinde bir yer olsa belki bunu yaparsın, tüm gemileri yakar çeker gelirsin de başka bir ülkede bunu yapmak çok zordu. Tempo Tur’un hoşuma giden uygulamalarından birisi de, geziye gitmeden iki üç gün önce katılımcıları topluyor ve onlarla bir toplantı yapıyordu. Orada yapılacaklar, ne tür giysiler alınacak, oradaki hava durumu hakkında bilgiler veriliyordu. Yaz olmasına rağmen Avrupa’da ki yağışlı hava göz önüne alınarak yağmurluğunuzu mutlaka alın denildi. Bu benim için iyi bir hatırlatma oldu. Avrupa’nın yazın bile yağmurlu olduğunu biliyordum. Ama bu detayı atlayabilirdim belki. Bu hatırlatma tedbirli olmam gerektiğini gösterdi. Hoşuma giden şeylerden birisi de buydu. Bu da beni mest etti doğrusu. İçimdeki kaygıları çok aza indirdi.


Tereddütsüz tura katılma kararıyla kaydımı yaptırdım. Elbette sabırsızlıkla gideceğim günü bekliyordum. Vakit geçmek bilmez ya, hakikaten geçmek bilmiyordu. Turun ofisinin önünde buluşacaktık. Oturduğum yer itibariyle bu da benim için çok kolay oldu. 20 Temmuz 2008 tarihinde sabah turun ofisinin önünde bizi bekleyen otobüse gittim. Oradan hava alanına transfer olacaktık. Heyecan içindeydim. Aynı grup otobüsün içindeydik ama kimse kimseyi tanımıyordu elbette. Küçük gülümsemelerle birbirimizi selamlamıştık sadece. İlerleyen saatlerde kalıcı dostlukların olacağını kim bilebilirdi ki? Gerçekten çok ama çok güzel dostluklarla ayrıldım oradan.


Rehberimiz Kansav Arslan güler yüzlü, sıcak yaklaşımıyla karşıladı bizi. Onu görünce içim rahatladı. Neredeyse bütün tereddütlerim bitti diyebilirim. Uçakla İstanbul’a gittik. Heyecanım daha da arttı. Bambaşka bir ülkeye, bambaşka bir kültüre, bambaşka insanlara merhaba diyecektim. Kendi dilim dışında başka bir dil konuşulan bir ülkede, insanların mutluluklarını, sevinçlerini, heyecanlarını, belki de aşklarını kendi dillerinde söylemelerine tanık olacaktım. Söyler misiniz nasıl heyecanlanmayacaktım? Bu mümkün değildi. Duygularımı anlatmak o kadar zordu ki, ancak bunu yaşamak gerekir diye düşünüyorum.
İstanbul’dan uçakla Budapeşte hava limanına indiğimizde başka bir dünyanın kapısını aralamış gibi hissettim. Başka düşler görecek gibiydim sanki bu ülkede. Ve güzel bir şehir turu yaptık. Yaz mevsimi olmasına rağmen ilk gün biraz yağmur yağdı. Bu Avrupa’da sık görülen doğal bir durumdu. Tur tarafından hatırlatılan yağmurluğum gezimi rahat bir şekilde tamamlamamı sağlamıştı. Beni en çok etkileyen şey orada Gül Baba türbesinin olmasıydı. Çok etkilenmiştim. Başka bir ülkede, böyle bir türbeyle karşılaşmak şaşırtıcıydı. Bir o kadar da güzel. Kemal Atatürk Caddesi beni daha da şaşırtmıştı. Başka bir ülkede Ulu Önderimizin adını bir caddeye vermişlerdi. Şaşırmam çok doğaldı doğrusu. Çok da duygulanmıştım. 
Elimdeki tur kağıdında yazılan her yere götürecekler mi diye tek tek işaret koyuyordum. Tek bir yeri atlamadan devam ediyorduk. Çok mutluydum çok.
Ben gittiğim her yeri fotoğraflamayı çok seven birisiyim. Ve orada bol bol fotoğraf çektim. Daha sonra bu gördüğüm yerleri anımsamak ve hafızamı tazelemek istiyordum. Bunu iyi ki yapmışım şimdi çektiğim bu fotoğraflara tek tek bakıyor ve yeniden orada olmayı çok istiyorum. Tadı damağımda kaldı denir ya, gerçekten bu gezinin tadı damağımda kaldı.
Köprüler beni çok etkilemişti. Arka arkaya birçok köprü. Buda ve Peşte kısmını birbirine bağlıyordu. Buda eski taraf, Peşte ise yeni kısımdı. Elizabeth Köprüsü, Zincirli Köprü beni büyülemişti. Sen Nehri’nde yapılan tekne turu gerçekten anlatılmaz ve yaşanır. Geçerken Parlamento Binası’nın ihtişamlı görüntüsü beni benden aldı. Budapeşte’de mimariye hayran kaldım. Keşke daha çok zamanım olsa her yapının önünde saatlerce vakit geçirebilsem diye düşündüm. Ama bu eşsiz güzelliği görebildiğim için kendimi çok şanslı hissediyordum.
Kahramanlar meydanından hiç ayrılmak istemedim doğrusu. Ne kadar etkilendim anlatamam. Çok güzel ve görülmesi gereken yerlerden bir tanesi de orasıydı. Gellert Tepesi’nden Budapeşte’yi seyretmek çok güzeldi. Saatlerce bakabilirdim gözümü kırpmadan. 



Vaci Caddesinde alışveriş yaptım. Saatlerce dolaştım. Ve bir kafede turumuzdaki grupla, oturup kahve içtik. O kadar gezmiştik ama hiç kendimi yorgun hissetmiyordum. İnsan mutlu olduğu zamanlarda galiba kendini çok dinç hissediyordu. Olumsuz duygular siz mutsuz olduğunuzda size yapışıp kalıyordu. Orada olumsuz hiçbir duygu hissetmediğim için hep mutluydum.
Ve sanatçı kasabası olarak bilinen Szentendre’yi görmek beni çok heyecanlandırmıştı. Her sokağını tek tek gezdim ve her dükkâna tek tek girdim. Oradan sevdiğim herkese küçük hediyeler aldım. Hele dükkânları gezerken bir Türk’le karşılaşmak beni duygulandırdı. Dükkânında Türk çayı demlemişti. Onu sıcak sıcak içmek anlatılmaz bir duyguydu. Bazı alışkanlıklar kaybedilmiyordu galiba. Sıcak çayı yudumlamak çok keyif vermişti bana. Kokusunu bile özlemiştim doğrusu. Kendimce küçük küçük şarkılar söylüyordum. Elbette mutluluk şarkıları.
Ortaçağ restoranında toprak kaplarda yemek başlı başına ilginç bir deneyimdi benim için. O kadar güzel görünüyordu ki her şey. İlk defa böyle toprak kaplarda yemek yiyordum. O dönemin kostümlerini deneyip fotoğraflar çektirdik. En büyük zenginliğim bu fotoğraflar olsa diye düşünüyorum. 



Estergon Kalesi ve Katedrali gördüğüm en güzel eserlerdi. Orada durup etrafı seyretmek çok güzeldi doğrusu.
Ben yurt dışına gitmek isteyenlere mutlaka güvenilir bir turla gitmelerini tavsiye ederim. Tempo Tur benim güvenimi boşa çıkarmadı. Söz verdiği her yeri gösterdi. Nerelerde kalacağım, nasıl otellerde konaklayacağım diye düşünüyordum. Konforlu otellerde kaldım. Çok rahat güvenilir otellerdi doğrusu. Konaklama da çok önemli bence. Çünkü bütün gün yürüyorsun, geziyorsun, yoruluyorsun. Otele gelince dinlenmek ve rahat bir uyku istiyorsun. Tempo tur bana bunu sağladı. Gün boyu yaşadığım keyifli yorgunluğun ardından derin bir uyku yaşıyordum. Ve kahvaltı günün önemli öğünü derler. İyi bir kahvaltıyla güne başlıyorduk. Bu konuda da özen gösterilmişti.
En önemlisi benim için çok düzgün arkadaşlıklar edindim. Tempo Tura katılan misafirler gerçekten düzgün ve saygılı kişiler. Bence bu turu seçici yapan en önemli özelliklerden birisi de bu. Kaliteli insanlarla geziyorsunuz. Çünkü bir tane olumsuz, saygısız bir insan bütün geziyi sizin burnunuzdan getirebilir. Buna izin vermiyorlar. Ve herkes buna dikkat ediyor. 
Yurt dışını gezmek isteyenler, hiç düşünmeden hayallerinin perdesini aralamalı. En azından hangi turla gideyim diye düşünmelerine gerek yok. Bizim gibi görüp yaşamış insanların anlattıklarını da dikkate alıp gönül rahatlığıyla Tempo Tur’u tercih edebilirler. Ben eminim ki Tempo Tur çalışanları her geziyi değerlendirip bir sonra ki geziyi en iyi şekilde sunmak için daha çok gayret sarf ediyorlar.
Yeniden gidip görme şansım olsun istiyorum dünyanın her yerini. Yeni insanları, yeni kültürleri, yeni yerleri. İmkânım oldukça bunu yerine getireceğim. Herkesin bir hobisi olur benim hobimde yeni yerler görüp yeni insanlar tanımak. Bakarsınız yarın bir gezide karşılaşırız kim bilir? Saygıyla…
                                                                                   Tempo Tur ile Budapeşte, Viyana, Prag Turu 
                                                                                                                      20 – 27 Temmuz 2008

Yazı ve Fotoğraflar
Onur SANCAK
Eğitimci- Yazar ve Yaşam Koçu

21 Mart 2016 Pazartesi

DEĞİŞİK KÜLTÜR ve MEDENİYETLERİN İÇ İÇE OLDUĞU BALKANLAR

Sabahın serinliği ile bizi karşılayan Priştine’de şehre hâkim bir bölgedeki manzaradan sonra ilk durağımız olan I. Murad Hüdavendigar türbesini ziyaret ediyoruz. 500 yıldan fazla Balkanlarda hâkimiyetini sürdüren Osmanlı Devleti döneminde yapılan eserlerden ilkini görüyoruz. Asırlık bir ağacın altında rehberimizin bilgilendirmesini dinliyoruz.

 I.Murad Hüdavendiger Türbesi

Priştine’den yeşilin her rengini görebileceğimiz Prizren’e hareket ediyoruz. Aracımız bizi Akdere üzerinde kurulmuş olan Taş Köprünün önünde bırakıyor. Etrafa baktığımız zaman Türkçe yazılı dükkan isimleri dikkatimizi çekiyor. Sinan Paşa Caminin arkasındaki tepede eski kale gözüküyor. Sinan Paşa Cami, Taş Köprü, Gazi Mehmet Paşa Hamamını gezdikten sonra verilen molada Akdere kenarındaki kahvehanede türk kahvesi içerek yorgunluğumuzu atıyoruz.


Taşköprü, Sinan Paşa Cami, Prizren Kalesi

Prizren’den hareket ederek Kosova/Makedonya sınırını geçip Üsküp’e doğru yol alıyoruz. Ertesi gün programımız yoğun olduğundan yemek sonrası dinlenmeye çekiliyoruz.
Kahvaltı sonrası türküleri ile meşhur Vardar ovası üzerine kurulmuş olan Üsküp’ü kuş bakışı yukarıdan izliyoruz. Buradan Üsküp Kalesine giderek Osmanlı döneminden günümüze kadar kalmış olan muhteşem eserleri gezmeye başlıyoruz.  
Üsküp

Mustafa Paşa Cami, Sulu Han, Kurşunlu Han, Çifte Hamam, Kapan Han, Davut Paşa Hamamı görüldükten sonra Türk Çarşısından içinden geçerek nefis yoğurt eşliğinde köfte yemek için mola veriyoruz. Öğleden sonra taş köprüden geçerek Büyük İskender heykelini, St. Teresse heykelini gördükten sonra Kalkandere’ye (Tetova) hareket ediyoruz.

Üsküp Taş Köprü

Şar Dağı eteklerindeki Pena nehrinin yanında kurulmuş olan Kalkandere’de inanılmayacak güzellikteki Alaca Camiye girdiğimiz zaman tavandaki resimlerde İstanbul manzaralarını görüyoruz. Daha sonra halen aktif olan Bektaşi Tekkesinde Bektaşi Babası ile çay içerek sohbet ediyoruz. 

 Alaca Cami

Bektaşi Tekkesinde sohbet

Bektaşi düşünce ve felsefesi hakkında anlatılanları dinledikten sonra sorularımızın cevaplarını da detaylı olarak alıyoruz. Yola çıkarak ismini gölden alan Ohrid yerleşim yerine hareket ediyoruz. Akşam yemekten sonra isteyenler göl kenarına giderek yürüyüş yapıyorlar.


Ohrid Gölünde gün batımı

Sabah erken hareket ederek Resne’de Niyazi Bey’in seramik müzesini gezip Manastır’a (Bitola) geçiyoruz. Osmanlı döneminde Atatürk’ün okuduğu ve şu anda müze olarak kullanılan Askeri İdadi binasına gidiyoruz. Mustafa Kemal Atatürk’ün balmumu heykelinin, çeşitli resim ve kıyafetlerinin bulunduğu bölümde kısa bir video izledikten sonra binanın arkeolojik eserlerinin bulunduğu bölümünü geziyoruz. Bitola’da yürüyerek İshak Cami, St.Dimitri kilisesi ve “Elveda Rumeli dizisi ile meşhur olan Şirok Sokağı gezildikten sonra Ohrid’e geri dönüyoruz.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hediye ettiği bronzdan heykel

Ohrid turumuza St. Kliment meydanından başlıyoruz. Meydanda Kiril alfabesini bulan Aziz Kiril ve kardeşi Metodius heykellerinin altı buluşma yerimiz oluyor. Safranbolu evleri benzeri Osmanlı dönemi evlerinin arasından yürüyerek Ayasofya Kilisesi, St. John Kaneo Kilisesi, Antik Tiyatro ve kaledeki St. Kliment kilisesi gezildikten sonra Ohrid Gölü manzaralı kafe’de yorgunluk çay ve kahvemizi yudumluyoruz.

St.Kliment Kilisesi


Dönüş yolu üzerinde eski sistem ile kağıt üreten yeri gördükten sonra çarşıyı dolaşıyoruz. Ohrid gölünden çıkarılan tatlı su incisi satın alırken sahte olmamasına dikkat etmek gerekiyor. Akşamüstü kalabalık sokaklarda müzik veya folklor festival gösterisine rastlayabiliriz. Makedonya müziği eşliğinde akşam yemeğimiz neşeli bir şekilde geçiyor.

Antik Tiyatro

Sabah erken kalkarak Ohrid gölü kenarında kısa bir yürüyüş yaptıktan sonra Arnavutluğun başkenti Tiran’a hareket ediyoruz. Panoromik şehir turunda Ethem Paşa Cami, İskender Bey Meydanı ve saat kulesi görüldükten sonra Budva’ya devam ediyoruz. Yeşillikler içinde alınan yol bizi bir anda Adriyatik sahiline çıkarıyor. Akşam yemeğinden sonra kısa bir yürüyüş yaparak Budva’nın renkli gece hayatını görmek ve bir kafede kahvemizi yudumlamak bütün yorgunluğumuzu alıyor.
Sabah önce Sveti Stefan adasına giderek yukarıdan izliyoruz. Bu ada dünyanın en meşhur sinema yıldızlarının, müzisyenlerin ve zenginlerinin gelip kaldığı bir yer. Ada doldurma bir yol ile karaya bağlanmış. 

Sveti StefanAdası

2500 yıllık bir yerleşim yeri olan Budva’ya geri dönüşümüzde Budva kalesi içinde Katolik Kilisesini, Ricardova Glava Plajı ile Sloven Plajını geziyoruz. Budva turizm bölgesi olduğundan yat limanı da bölgedeki önemli yat limanlarından biri olmuştur.

Tomoslava Kilisesi Kotor     
     
Boka körfezinde dik bir dağın yamacına kurulmuş Kotor kalesine gidiyoruz. Yamaçtaki kale surlarının tamamını gezmek herhalde bir gün sürer. Kalenin içinde St. Triphon Katedrali, St. Luka Kilisesi, St. Karampana Çeşmesini, 17.yy.dan kalmış saat kulesini gördükten sonra Adriyatik kıyı şeridinden Dubrovnik yerleşim yerine hareket ediyoruz.
Sabah Dubrovnik kalesi içinde tarihi sokaklarda Francis Manastırı, Rector Sarayı, Liman ve eski dönemlerde ticaret için gelen denizcilerin kaldığı Karantina Binasını gezdikten sonra Avrupa’nın en eski ve halen faal olan eczanesini görüyoruz. İsteyenler kale surlarına çıkarak gezebilirler. Dinlenmeyi müteakip Bosna Hersek’e hareket ediyoruz. Yolumuz üzerindeki Bosna Hersek’in tek kıyı şehri olan Neum’u geçerek eski Osmanlı köyü olan Poçitel’e varıyoruz. Hajji Aliye Cami ve kalesini gördükten sonra köy kahvesinde çayımı içip köylülerle Türkçe sohbet ediyoruz.
Mostar’a vardığımız zaman çarşının içinden geçerek Mostar köprüne gidiyoruz. Karadoz Beg Cami, Koski Mehmet Paşa Cami ve külliyesini gezdikten sonra köprü yanındaki bahçeli çayhanelerde Türk kahvesi içerek günün yorgunluğunu atıyoruz.
Mostar Köprüsü

Kahvaltıdan sonra Buna Nehrinin kaynağının yanında kurulmuş olan Blagay’da Sarı Saltuk Tekkesini ziyaret ediyoruz. Halen faal olan tekkede görevliler bizi bilgilendiriyor. Kaynağın çıktığı mağaraya şişme botla giriliyor.

Buna Nehri kaynak çıkışı ve Sarı Saltuk Tekkesi

Bosna Hersek başkenti Saray Bosna’ya vardığımız zaman kuşatma zamanında savaşın verdiği yaraların halen sarılmadığını görüyoruz. Tarihi çarşı içinde başlayan turumuzda kilise, cami, sinagogu görerek Sönmeyen Ateş Anıtına varıyoruz. Milyonlarca insanın öldüğü veya yerinden olduğu Birinci Dünya Savaşı kıvılcımının atıldığı yerde açılan müzeyi gezip suikastın yapıldığı Latin Köprüsünün üzerinden geçiyoruz.
Latin Köprüsü

Eski Çarşıda verilen serbest zamanda Galatasaraylı eski futbolcu Hodzic’in köfteci dükkanının önünden geçerek dibek kahvesi yapılan dükkana uğramadan yapamadım.
Sabah kahvaltıdan sonra Bosna nehrinin kaynağına kurulmuş olan Vrelo Milli Parkına gidiyoruz. Hafta sonu burası Saray Bosna’lıların piknik alanı olarak kullanılıyor.
Savaş döneminde 2 yıldan fazla şehrin ihtiyaçlarını karşılayan ve dış dünya ile tek irtibat yeri olan Tünel Müzesine gidiyoruz. Yaşlı bir hanıma ait olan evin altından Saray Bosna havalimanına kadar açılmış olan tünelin kullanıldığı zamanda çekilen filmlerin videosunu izlerken elimde olmadan gözlerim yine yaşardı. Kuşatma altında olan şehri de yaşanan olayları bir kez daha hatırladık.
                       Tünel

Saray Bosna’dan hareket ederek yeşillikler arasında süren yolculuğumuzun sonunda Belgrat’a varıyoruz. Sabah kahvaltıdan sonra Adalet Sarayı, Parlamento Binası, Osmanlı donanmasının ikmal aldığı Belgrat Kalesi, Şehit Ali Paşa Türbesi, Bayraklı Cami, Meryem Ana Gül Kilisesi, Sava Katedralini gezdikten sonra gezimizin son durağı olan Josip Broz Tito ‘nun Mozolesine gidiyoruz. Geniş bir bahçe içinde olan mozole ve müzesini geziyoruz. 

Sava Katedrali
Bayraklı Cami

Yazı ve fotoğraflar: Y. Tuncay ŞEN
Arkeleog/Profesyonel Rehber

5 Mart 2016 Cumartesi

ÖZBEKİSTAN TURU

2015 eylülünde 30 yıldır yurt içi gezilerinin çoğuna katıldığım Tempo tur ile 8 günlük Özbekistan seyahatindeydim. 1 haftada uçak ve otobüslerle çok önemli bölgelerine ulaştık. Kesinlikle görmeye değer yerlerden biri. Diğer ayları bilmem, eylülde terlemeden, üşümeden gezdik. Yerel rehberimiz müthişti, yazdıklarımdan çok daha fazlasını dinledim.
Özbek'lerin sıcaklığı, çöl hariç her yerdeki temizlik (seyrek olarak gördüğümüz dilenciler bile temizdi), bizim görmediğimiz ama çok olduğu söylenen polisler sayesinde güvenlik, oteller çok güzeldi. Tabii en önemlisi; mimari eserler çok güzeldi. 
Muhteşem çini eserlerle dolu ülkede bir çok eser Moğollar ve Sovyet döneminde yok edilmiş. Bazısı çöl kumu altında kalarak kurtulmuş. Kalanlara 91'deki bağımsızlıktan beri müthiş restorasyonlar yapılmış. Bu konuda bizden çok ilerdeler. Eserlerde İran etkisi, mimarisi de var. İç alanda altın kullanımı da ondan. Minareler süs, ezan genelde içeride sessizce okunuyor.



TAŞKENT
Taşkent
Sovyet zamanından kalma dev caddeleri, metrosu ve dev parklarıyla (20 tane!)  tam bir başkentti. (Nüfus 3 milyon)  Türkler Aquapark ve Disneyland yapmış.  ( XVI. yy.da yapılmış olan Kukeldaş Medresesi, 16 yy.Barak Han Medresesi, Keffal Şaşi Türbesi, Kaht-ı İmam Camii, Timurlar Tarihi Müzesi, Çar-Su Halk Çarşısı, Özgürlük Meydanı, sanatçıların dizildigi Brodway caddesi ve daha bir çok yeri gördük. )
Amir Temur Devlet Müzesi

Amir Temur
KHIVA

Urgenc'e uçup otobüsle Khiva'ya geçtik. Unesco listesine dahil, Kerpiç kale surlarının icinde kerpiç yapılar, mavi- yeşil şahane çinileriyle çok hoş bir köy-şehir... Genelde 17.yy, Harezmlerden kalma (Harzemşah) eserlerle dolu. (İsfendiyar Sarayı, 16.-17.yy, en büyük kubbesine sahip Pehlivan Mahmud Türbesi, Hudayar Han Sarayı, 19.-20.yy’dan Taş Kale Kervansarayı, Arap Han Medresesi, Palvan Kari Külliyesi, Muhammed Rahim Han Medresesi, 57 mt. yükseklikte İslam Hoca Minaresi, Kalta(küçük) minare ve 12.yy 'dan Cuma Camii görüldü.
Khiva- Küçük (Mavi) Minare
Yorgunluktan herkesin çıkmaya cesaret edemediği bir merdivenden çıkınca Hiva'yı tepeden seyrettik, harikaydı. Kale 4 kapılı. Kervan önce kapıda vergi ödüyormuş. Biz bir kapıdan girip foto çeke çeke ana kapıya geldik. Oradan tekrar girerken foto çekmek icin para verdim, katkım olsun diye. (5000sum). (Çok görünüyor ama 1 dolar 4000 sum, resmi olarak 2600 sum. Çok zaman dolarla alışveriş yaptık. Toplam harcamam 100 doları geçmedi ama çok harcayanlar da oldu. Kilimler, ceketler, kürk başlıklar vs) Bazı yerde 3 kapı var, zenginse, zengin ülkeden geliyorsa 1. kapı, fakirse 3. kapıdan giriliyormuş bir zamanlar! Muamele de ona göre tabii.  Ye kürküm ye!...
  Oradan sonra 9 saat kadar çöl yolculuğu yapıldı ve Amuderya (Ceyhun) nehri goruldu. Bu hat  uçakla olacak gibi zamanla... Tuvalet biraz sorun. Nehir geniş yataklı ama suyu çok azalmış. Aral gölü de neredeyse yok olmak üzere, bölge için çok tehlikeli!  Çünkü Tacikistan baraj yapıyormuş! Siri Derya (Seyhun) ise Kazakistan'ın barajı nedeniyle azalıyormuş.

BUHARA
Yine UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alan Buhara'da; 5.yy'dan Buhara Ark Kalesi (Tahtı Rusya'da, başka birçok şey gibi.), Hz. Eyüp’ün mezarının olduğuna inanılan Çeşme-i Eyüp Türbesi, 9.YY’da Orta Asya’daki en eski camilerden olan Magaki Attari Cami, Nasreddin Hoca heykeli, 16-17.yy'dan Kalan Cami, Nadir Divan Bey Medresesi, Miri Arap Medresesi, Orta Asya’daki en büyük medrese olan Kukeltaş Medresesi, ünlü astronom ve matematikçi Uluğ Bey (Timur'un oğlu Şahruh'un oğlu) tarafından yaptırılan Uluğ Bey Medresesi ve 14.yy’da Nakşibendi tarikatının kurucusu Bahaddin Nakşibendi Türbesi görüldü. (Buralara dini geziler de yapılıyormus bol bol.) 9.yy'da Malatya'da baslayan Nakşiliğin merkezi ama ülkede tarikat yasak! Nakşi mezarlarında tahta sopa ucunda tuğ ses cıkarıyor, civarda mezar olduğu anlaşılıyor, ayrıca beyaz kumaş, at kuyruğu takılı. Türkiye, Suudi Arabistan tamire cok yardim etmiş ama tuzlu suyla yapılan restorasyonun surekli tekrarı gerekiyormuş! Lunapark içinde Semailerin türbesi var. Kum altında kalarak kurtulmus. 8.yyda kerpiç, 9.yy.da tuğladan yapılmış. 


 Nasreddin hoca bir çok Türki ülke gibi Özbekistan'da da sahipleniliyor. Onların havayolu dergisinde bir cok fikrası vardı, bizim de bildiklerimizden. 
Buhara çöl yanı ama 2-3 metrede su çıkıyor, o yüzden yüksek bina yok. Burada Fars'ca (Tacikce) konuşan çokmus.  Türkiye'de okumuş birinin lokantaya çevirdiği 2 katlı evinde yedik öğlen yemeğimizi. (Doston house) Buhara Özbek pilavını (Sufi pilavi) Taşkent pilavından daha çok beğendik. Pilavda tatlı havuçların hem sarı, hem turuncusundan var+yer fistığı+kuru üzüm+nohut+dana eti+?, yani ne ararsan var, biraz yağlı ama lezzetli. Daima önce meze gibi bir şeyler geliyor. Patlıcan kızartma, süzme yoğurt, rende havuçlar , 2 tip salata ve güzel bir ekmek. Bazı şeylerin içinde kişniş vardı. Çok faydalı, Gürcistan'daki kadar çok değil ama sevmeyen için kötü. Onunla doyduktan sonra doyurucu bir çorba, sonra etli pilav, üstüne meyveler geldi çoğu zaman...Kilo aldık yani...Son 2 gün ishal olanlar oldu...


Özbek Pilavı
ŞEHR-İ SEBZ
Yine biraz çöl yolculuğuyla Timur Han’ın doğum yeri olan Şehrisebz’e (Yeşil Şehir) gidildi. Timur Han döneminden kalma; 80 metre olup ta şimdi 63 metre kalan Ak-saray Saray (çok guzeldi), Timur heykeli, Timur’un torunu Cihangir Şah’ın türbesi,  Gülal Türbesi, 5.yy dönemine ait Gumbez-i Seyidan ve Gök-Gümbez (Kümbet) Cami görüldu. Ak-saray'da da işlevsiz minare (güldeste) var.

SEMERKAND
Çölden devam edip UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ndeki Semerkand’a ulaştık. Semerkand'ın kalbi, çok etkileyici Registan Meydanını; 15-17 yy.da yaptırılmış Uluğbey, Telkari (Tilyo Kori) Medresesi ve Şirdari Medreselerini gördük, ayrıca  Hoca Hızır Sarayı, Şah-ı Zinde türbeleri , Uluğ Bey’in gözlem evi, Uluğ Bey Rasathanesi müzesi, 6.yy’da kurulmuş Semerkand'ın kuzeyindeki en eski yerleşim yeri olan tarihi Afrosiyab Harabeleri gezildi. Semerkand'da da 4+4 caddeler, parklar coktu. Timur heykeli de vardı tabii... (Onlar Amir Timur diyor biz Aksak Timur yani Timurlenk diyoruz) Semerkand çok restorasyon gördüğü için Unesco mirasına alınmamış. Ama İpek yolu kesişim noktası oldugu için soyut eser koruması altındaymış.  Uluğ beyin 3 katlı rasathanesinden sadece sextant kısmı kalmış ama müzede yapılanları güzel anlatmışlar. Oğlu tarafından öldürülünce dostları (Özellikle Ali Kuşçu) kitaplarını kaçırıp Türkiye'de çoğaltmış. 
  Çölde devam edip Semerkant yakınlarındaki Hoca İsmail Kasabasında, 810 yılında Buhara’da dünyaya gelen İmam-ı Buharî'nin Türbesi ve buradaki cami ziyaret edildi. 700.000 hadisin 70.000'ini toparlamış. (Bu türbeleri gezmek için gelen çok dindar tur varmış.)

 Sonunda yine Taşkent'e dönüp gezimizi bitirdik. Son ziyaret yeri vakit geçirmek için bir AVM oldu. Fakir ülkede bizim "Mavi" gibi markaların 3 kat filan daha pahalı olduğunu görüp inanamadik. Neden bizden torbalar dolusu alışveriş yapıp geldiklerini anladık. 
   Özbekistan'da 12 eyalet ve otonom Karakalpakistan varmış.  Burada 106 millet yaşıyormus! %15 Rus. Yahudi çokmuş. Karşılaştığımız Türkmenlerden ve tabii Özbek'lerden büyük tezahürat gördük. Ailesinden Türkiye’de yaşayanlar çoktu.
  8 mart resmi tatil ama o tatil kadının yemekler yapması, kocanın da altın hediye almasından ibaret gibi. Erkek önden yürürmüş. Gerçi ben pek gözlemlemedim. Annelerin kız seçmesi hala söz konusu ama yeni nesil onları dinleyecek gibi değil. Evlenenler adet gereği mutsuzmuş gibi bir tavırla ve kiralık bir sürü limuzinle Timur müzesine gidiyor. (Chevrolet burada üretiliyor, bol.) Bizim gazetelerde kadınların başörtüleri toplandı filan yazıldı, öyle değilmiş. Laik ülke oldukları için baş örtmek serbest ama çarşaf vs. yasakmış. Kamu çalışanları boynunu kapatmama şartıyla başörtüsü takabilirmiş.  Fethullah okulları terörist kabul edilip kapatılmış. Türkiye'de okuyanlar da geri çağırılmış. Bizde tarikat serbest diye vize isteniyormuş!?Türkiye ile ticari faaliyet çok. 2 kadınla evlilik yasak ama yapanlar var. 
  8.yy'da arap işgaline kadar Zerdüştlük varmış. (Bizim de kökenimiz gibi.) Bu yüzden türbeye girerken ateş yakılıyor, ateşli kutlamalar var vs... 21 martta Nevruz 1 gün kutlanıyor ama 3 gün tatil var+ 2 maaş ikramiye veriliyor, 24 ve 10 saat kaynayan özel etli yemekler yapılıyormuş. 
  Pazarları müthiş, her şey yetişiyor gibi. Çekirdeksiz parmak üzümler, elmalar harika.  Mas (mercimek gibi) ve kahverengi pirinç aldım. Doğal gaz, petrol, kömür bol.  Altın bol ve kaliteli ama isçilik kötü, Türkiye'den işlenmişini alıyorlarmış. Kadınlar çürük dişlerini altın yaptırıyorlar. Önler tamamen altın! Seramikten daha ucuzmuş. Tuzlu su, çok sıcak, çok soğuk hava dişleri mahvediyormuş. Yaz 50-60, kış -30,40 derece! Asfalt yazın eriyor, kışın çatlıyor. Türkiye ve başka ülkelerin yardımıyla yapılmış beton+çelik yollarda bile 70 km. ile gidebildik... Binalardaki çiniler de tuzlu su ve hava koşulları yüzünden dökülüyormuş ama İran çinisi dayanıyormuş. (Bizim de Kütahya çinisi degil ama İznik çinisi dışarda dayanır.) 

24 yıldır aynı cumhurbaşkanı var. Komşulara göre iyi durumdalarmış. Enflasyon %30'a çıkabiliyormuş!  İşsizlik %5. Gençler Rusya, Türkiye vs. de... Devlet yol boyunca köylülere 6 odalı, park yeri ve avlusu olan evler yaptırmış. Güzel görünüyorlardı. 15-20 sene kredi ödeyerek alabiliyorlarmış. (60-70.000 dolar) Maaş 300-400 dolar, sadece yemeğe yetiyor. 2, 3 iş yapmak gerekiyor.  Polisler 1000-2000 dolar alıyormuş.  2 senelik askerlik sonrasi olunabiliyor. Askerlik yapanın üniversite puanına katkı da oluyor.  2. dünya savaşında Rus ordusunda 400.000 kişi ölmüş. 
 Suudiler vahabi (Selefi) imis, türbe yasakmış. 19.yy'da türbeleri yıkmışlar.  Zerduştlükte de yok. Sufilerde turbe var.  Sufi yün demekmis. Yün başlık, elinde duttan hassa ve sadaka icin ici bos kabakla dolaşırlarmış, yasaklanmış.
 Tienşan (Tanrı) dağları yeşil, Pamir dağları ise çöl. 
 Yeni gelin günde 7 elbise degişiyor, püsküllü şapka takıyor. 1 sene içinde çocuk olmalıymış! 5-10 sene çocuk olmazsa boşanma!  Özbek adam Rusla evlenip müslüman yapabilirmiş ama tersi olmazmış! %10-15 boşanma oluyormuş. Cenaze goren arabasından çıkıp 10 metre filan tabut taşıyormuş omuzunda. 
Eğitim sisteminde Türkiye'yi örnek almışlar.  60'dan fazla üniversite, enstitü var. Üniversite 1500 dolar, %20 burslu.  2-3 yerde çalışıp çocuklarını okutuyorlarmış. Engelliler bedava. Okul çocuklarının temizliği, kurdeleleri bu işe verdikleri önemi yansıtır gibiydi. 
Tabelalarda gördüğümüz anlamsız gelen yazıları uğraşınca çözüyorduk. Kirish:Giriş    Kush kelibsiz: Hoş geldiniz. 
Son olarak; Buhara ve Semerkand'da 15 yıl geçirmiş Ömer Hayyam'dan bir kaç dörtlük seçtim:
Eşi dostu verdik birer birer toprağa;
Kiminden bir taş bile kalmadı ortada.
Sen, yorgun katır, hala bu kalleş çöldesin;
Sırtında bunca yük, yürü bakalım hala.
  
Dert içinde sevinci bul da yaşa;
Haksız düzende haklı ol da yaşa;
Sonu nasıl olsa yokluk dünyanın,
Varından yoğundan kurtul da yaşa.
 
Ben olmayınca bu güller, bu serviler yok.
Kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok.
Sabahlar, akşamlar, sevinçler tasalar yok.
Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok. 

YAZI ve FOTOĞRAFLAR: Nur CANOĞLU