19 Aralık 2017 Salı

Bir Gezginin Gözünden Yeni Yıl

Nasıl başlarsak öyle devam edermiş... Merhaba 2018!

Biten bir yılın son saatleri, başlayacak yeni yılın umutları, neşesi, heyecanı… Dünyanın her yerinde farklı gelenek ve alışkanlıklarla karşılanan yeni yılın belki de insanlık için ortak olan en önemli alışkanlığı “Yeni bir yıla nasıl başlarsanız, yılın geri kalanının da aynı devam edeceği” düşüncesi olsa gerek. Bir gezginin gözünden yeni yıl...
“Yeni yıla nasıl başlarsan tüm yıl boyunca öyle devam edersin…” Çocukluğumda hep yeni yılı karşılamaya dakikalar kala ağırlaşan göz kapaklarıma yenik düşer, uykunun kucağında, gelen yıla “merhaba” derdim. O zamanlar bütün bir yılı ya da çoğunu uykuyla mı geçirirdim bilemem ama ertesi sabah uyandığımda ev halkına epey bir sitem ederdim.

Biten bir yılın son saatleri, başlayacak yeni yılın umutları, neşesi, heyecanı… Dünyanın her yerinde farklı gelenek ve alışkanlıklarla karşılanan yeni yılın belki de insanlık için ortak olan en önemli alışkanlığı “Yeni bir yıla nasıl başlarsanız, yılın geri kalanının da aynı devam edeceği” düşüncesi olsa gerek. Kimileri yeni kıyafetler giyerek selamlıyor yeni yılı, ille de kırmızı olacak renk tercihi. Kimisi bolluk bereket getirdiğine inandığı meyvelerle süslüyor yılbaşı sofralarını, kimisi ceplerine paralar dolduruyor, gelen yılı zengin olarak geçirebilmek adına…
Günümüzde her millet kendi yerel saati 24.00 ‘ü gösterdiğinde kendi alışkanlıkları, yıllardır süregelen gelenekleriyle “kendince” bir yılı, o yılın acısını, kederini, tasasını, zorluklarını geride bırakıp, “yeni umutlarla” merhaba diyor gelen yeni yıla coşkuyla!
Acaba ilk kez ne zaman başlamış bu kutlamalar, nasıl olmuş diye insan merak ediyor?
İsa’dan önce 2000 yılında, ilkbahara denk düşen, çiçeklerin açtığı bir zamanda Babil’de yapılmış ilk yeni yıl kutlamaları. Toprağın, doğanın yeniden yeşermesi, hayat bulması Babil halkınca yeni bir başlangıç olarak kabul edilmiş ve bu olay şenliklerle kutlanmış. Ardından Mısırlılar, Nil Nehri’nin taşıp coştuğu eylül ayında kutlamışlar yeni yılı. Jules Cesar tarafından M.Ö 46 yılında kabul edilen ve günümüzde de kullandığımız takvim ile beraber,  yeni yıl Ocak ayının ilk günü olarak kabul edilmiş ve kutlamalarda bu zamanda yapılır olmuş.
Eve girecek ilk kişinin getireceği şans
İskoçya’da “Hagmonay” adı verilen yeni yıl kutlamaları adeta bir festival coşkusuyla yaşanmakta… Yeni yıla ait iki gelenek var ki yıllardan beri devam ettirilmekte: Bunlardan ilki, yeni yıl akşamı evin tüm kapı ve pencereleri açık bırakılıyor. Sebebine gelince İskoçlar, yeraltından geldiğine inandıkları “Cwn Annwn” adı siyah köpeklerin geçen yıla ait kötü olan her şeyi alıp gitmesini istiyorlar. Diğer bir yeni yıl geleneği ise bu günde evlerine gelecek ilk kişiyle ilgili;  zira İskoçlar, yeni yılda evlerine gelen kişinin kendilerine iyi ya da kötü şans getireceğini düşünüyorlar. Eğer gelen kişi koyu renk saçlıysa ve bir de ev halkına hediye getirmişse o yıl oldukça şanslı geçecek demektir.

Yılbaşı masasında 12 çeşit meyve
Filipinler’de yeni yıla tüm aile fertleri birlikte oldukları, eksiksiz kurulmuş bir sofrada “merhaba” diyorlar. Yılbaşı masasının yiyeceklerle dolu olması bir sonraki yılda da masalarının öyle bolluk içinde olacağının bir göstergesi anlamına geliyor. Portakal, erik, üzüm, elma, limon, karpuz, kavun, guava, mango, rambutan gibi tropik meyveler mutlaka yılbaşı sofrasında bulunuyor ve bu meyveler yeni yıla girildikten sonra yeniliyor.



Muz ve mango yılbaşı ağaçları
Hindistan’da biten bir yıl uğurlanırken ilginç görüntüler oluşuyor. Kuzey Hindistan’da herkes rengarenk çiçekler takıp, canlı renklerde giysilerle yeni yılı karşılıyor. Özellikle Hintli kadınlar baharı anımsatan sarıçiçeklerle bezeniyorlar. Hindistan’da yılbaşında mango ya da muz ağaçları süsleniyor. Yılbaşı akşamı Hindular kutsal eşyalarının bulunduğu kutuları yataklarının hemen yanı başına koyuyorlar. Böylece bütün bir geceyi kendilerine şans getireceğine inandıkları eşyalarıyla geçirmiş oluyorlar.

Yıllardır değişmeyen yeni yıl yemeği: Nianyefan
Çin’de 1912 yılında uluslar arası takvim kabul edildi. Ancak geleneklerine bağlılıklarıyla tanınan Çinliler “Bahar Bayramı” diye adlandırdıkları yeni yıl kutlamalarını geleneksel Çin takvimine göre kutluyor. Günü her yıl değişen Çin Yeni Yıl’ı bizim takvimimize göre 21 Ocak ile 19 Şubat arasında bir güne denk geliyor. 
Çinliler yeni yılı mutlaka tüm aile fertlerinin katıldığı “Nianyefan” ya da “Tuan Yuan Fan” adını verdikleri bir aile yemeği ile karşılıyor. Yeni yıla arınarak, vücut ve ruhun yenilenerek girmesi için et kullanılmadan hazırlanan yeni yıl yemeklerinin sofrada oluşunun simgesel bir anlamı var: Kırmızı et kullanılmadan hazırlanan bu yemeklerde deniz ürünleri sofranın baş konuğu! Diğer yiyecekler ise, tavuk, mantı, makarna, soya filizi, mandalina, pirinç, etli hamur, siyah yosun, fıstık, şeker… Karides mutlu bir yılın, çiğ balık şansın, kurutulmuş istiridye dileklerin sembolü. Ayrıca yılbaşı sofrasına gelen yemeklerin bazılarının bir de değişmeyen yeme kuralları var: Örneğin tavuk bütün olarak pişirilip masaya geliyor ve yerken asla kesilmiyor. Uzun makarnalar “sağlıklı, uzun bir hayatı” temsil ettiğinden bunların da kesilmemesi gerekiyor. Bu malzemelerle hazırlanan sofralarda çoluk çocuk hep beraber bolluk, bereket içinde geçirilecek bir yılın adeta provası yapılıyor. Kutlamalar süresince dillerde hep şu cümleler dolaşıyor:
Gong Xi fa cahi!   
Kung hay fat chay!
                                                                                               ( işleriniz rast gitsin)
108 Çan ve yılın ilk kahkahaları
Japonya’da “shougatsu” adı verilen yılbaşı kutlamaları 1- 3 Ocak tarihlerine denk geliyor. Evler dip köşe temizlenip, kötü ruhlar kovuluyor. Yapılan temizliğin ardından evin her yerine kutsal nesneler konuluyor. Bu 3 gün boyunca her biri ayrı bir anlam ifade eden malzemelerden hazırlanan ve “jubako” ismi verilen kat kat kaplarda servis edilen rengarenk yemekler hazırlanıyor. Sağlık, uzun ömür, bolluk ve bereketi temsil eden yemeklerden kurulan yılbaşı sofralarında hep beraber geçen yıla veda ediliyor. 31 Aralık gecesi insanları günahlarından arındırmak için 108 kez çalınan çanlar da Japonların önemli bir yılbaşı ritüeli. Çanların ardından hep beraber kahkahalar atılıyor, kötü ruhları kovalamak adına…

Nar kırma... Evin bereketi, bolluğu artsın, yaşayanlar sağlıkla, huzurla yılı geçirsin
Son olarak benim çok sevdiğim, çok anlamlı bulduğum bir ritüel de bizden;
Bundan yıllar önce İzmir’de bir arkadaşımın evinde karşılamıştık yeni yılı. Yeni yılın ilk gününde sabahın erken saatinde annesinin kapı önünde kırdığı nar hala hafızamda. Yıl boyunca evin bereketi, bolluğu artsın, yaşayanlar sağlıkla, huzurla yılı geçirsin diye kırılan narın geçmişi de hayli eski. Birçok medeniyette doğurganlığın, bolluk ve bereketin ifadesi olan nar, yıllar sonra Rahmetli Sevgi Gönül’ün bir yazısında Koç Holding’in Nakkaştepe’de bulunan yerinde her yıl 1 Ocak’ta kırılan nar olarak yeniden çıkmıştı karşıma…

Kutlamaların şekli ülkeden ülkeye hatta kıtadan kıtaya farklılık gösterse de esas olan ve her yerde karşımıza çıkan bir şey var ki geçilip gidilemeyen o da “ailece, sevdiklerimizle” beraber olmak, paylaşmak! Yeni yılın sevdiklerinizle beraber, bereket, bolluk dolu sofralarda geçmesi dileğiyle…

Yazı: Yeşim Özcan
Fotoğraflar: Murat Solakoğlu

12 Aralık 2017 Salı

İNCE GELİŞ TUZ YOLU’NUN EN GÖZDE KESİMİ: DEVREZ VADİSİ

Türkiye’nin en büyük akarsuyu olan Kızılırmak’ın üç ana kolundan biri olan Devrez Çayı aynı zamanda 211 km uzunluğuyla da, Delice Çayı’ndan sonra ikinci büyük kaynağını oluşturur, Kızılırmak’ın... 


Kızılırmak’a Gökırmak’la birlikte batıdan karışan iki akarsudan biri olan Devrez, Ankara’nın Kızılcahamam ilçesi sınırlarında, Köroğlu Dağlarının kuzeye bakan yamaçlarından doğar. Daha sonra Çankırı’nın Orta, Kurşunlu ve Ilgaz ilçeleri ile Kastamonu’nun Tosya ilçesini geçerek Çorum’un Kargı ilçesi sınırlarında Kızılırmak’la buluşur. İlkbaharda artan yazın azalan sularıyla değişken bir akış rejimine sahip olan Devrez, Orta’da yapılmış olan sulama işlevli Güldürcek Barajı’ndan sonra Kurşunlu’da yapım aşamasında bulunan enerji ve sulama işlevli Kızlaryolu Barajı’nın tehdidi altındadır.

Gerçek Bir Doğa Harikası

Adının kökeni hakkında bir bilgi bulunmayan ve -kimi kaynaklarda- Hititler zamanında Dahara olarak söylendiği yazan Devrez’in yatağı vadi olarak anılsa da daha çok kanyona benzetmek mümkün. Yer yer genişleyen, yer yer de geçit vermeyecek kadar dar boğazlara dönüşen bu kanyonun dik kenarlarında pek çok, peri bacası ve doğal veya yapay mağara ile kaya mezarları ve kaya yerleşimleri bulunuyor. Ayrıca Vadi boyunca aralarında tarihi köprü ayaklarından eski su değirmeni duvarlarına kadar birçok mimari kalıntı görülebiliyor.

Öte yandan gerçek bir yaban hayatının devam ettiği Devrez’de örneğin bir yaban domuzu görmek sürpriz sayılmaz. Son tahlilde gerçek bir doğa harikası olarak tanımlayabileceğimiz Devrez Vadisi’nin fauna ve florası, özellikle ilkbahar ve sonbahar günlerinde doğaseverlerin ve fotoğrafçıların kayıtsız kalamayacakları güzel görüntüler sunar.İnce Geliş Tuz Yolu
Devrez Vadisi, İnce Geliş Tuz Yolu’nun da önemli bir bölümünü de teşkil etmektedir. Vadinin bu rota kapsamı içinde kalan kesimini yürümeye başlamadan önce kısaca İnce Geliş Tuz Yolu’nu tanıyalım.
Dünyada olduğu gibi ülkemizde de giderek daha çok ilgi gören doğa veya kültür temalı yürüyüş rotalarının en yenisi olarak tasarlanan ve etüt çalışmaları devam eden İnce Geliş Tuz Yolu, adını tarihten alıyor. Çankırı’nın 20 km kadar doğusundaki, beş bin yıllık Tuz Madeni’nden çıkarılan tuzun, geçmişte kervanlarla Karadeniz kıyısına kadar taşındığı yolun Köroğlu dağlarını aşan kesimi, yörede eskiden beri “İnce Geliş” olarak adlandırılıyor. 
Söz konusu kervan yolunun -ilk etapta- Çankırı-Kurşunlu arasında kalan bölümü İnce Geliş Tuz Yolu adıyla bir kültür rotası olarak düzenlenmekte olup bu bağlamda Çankırı Tuz Madeni – Çankırı – Ildızım - Hocahasan/Hanönü – Kapaklı – Köpürlü - Mamu Köprüsü - Sumucak Köprüsü - Kurşunlu hattını takip eden ve ara bağlantılarıyla birlikte takriben 110 kilometrelik yolun uluslararası standartlarda işaretlenerek yürüyüşçülerin kullanımına açılması, devamında ise önce Karabük sınırına ve daha sonra da Bartın üzerinden Karadeniz kıyısındaki Amasra’ya kadar uzatılması öngörülüyor. Öte yandan İnce Geliş Tuz Yolu’nun; Kastamonu bölümü işaretlenen ve Çankırı-Kastamonu sınırından Ankara’ya kadar uzatılması planlanan İstiklal Yolu ile Ankara, Eskişehir, Afyon ve Kütahya illerini kapsayacak şekilde oluşturulan Frig Yolu ile de entegre edilmesi planlanıyor.
Devrez Vadisi’nin İnce Geliş Tuz Yolu kapsamı içinde kalan kesiminde yürüyüş grupları için Ankara’dan günübirlik olarak düzenlenen turlar Köpürlü - Mamu - Sumucak köprüleri arasında gerçekleştirilmekte ise de kamplı hafta sonu yürüyüşlerinde bu rotaya (Hocahasan/Hanönü çıkışlı) Kapaklı - Köprülü arası da eklenebiliyor.
Devrez Vadisi’nde Yürüyüş



Çankırı Tuz Mağarası’ndan başlayarak Çankırı il merkezi, Ildızım köyü, Hocahasan Hanönü mevkii ve Boncuklu Yaylası yoluyla geldiğimiz Kapaklı köyünden sonra Devrez’le buluşuyoruz. İnce Geliş Tuz Yolu yürüyüşümüzün bundan sonraki iki gününü Devrez boyunca sürdürdükten sonra Sumucak’ta, Devrez’den ayrılarak yürüyüşümüzü Kurşunlu’da tamamlayacağız.
Devrez’in ilkbaharda ayrı, sonbaharda ayrı güzellikle sunan doğasında başlıyoruz yürüyüşümüze. Dev bir aslan kafasını andıran kayaları gördüğümüzde Yedikapılı olarak anılan kanyonun girişine geldiğimizi anlıyoruz. Burası başlı başına bir yürüyüş rotası olduğu için bugünlük bir selamla yetiniyoruz. Devrez’e bağlanan Yedikapılı Deresi boyunca devam eden kanyonda, Bizans dönemine tarihlenen 20 kadar kaya yerleşimi ve/veya mezarı bulunuyor. (Esasen kaya yerleşimi açısından oldukça zengin olan yörede en çok kaya yerleşimi, Devrez’in gerimizde kalan kesiminde, Orta ilçesinin Sakaeli köyünde yer alıyor.)
Kapaklı’dan çıktıktan yaklaşık 4-5 saat sonra ulaştığımız Köpürlü köyüne (Köprülü adı zamanla Köpürlü olmuş) adını veren köprü kaybolmuş, mevcut karayolu köprüsü ise Kızlaryolu Barajı suyu altında kalacağı için olsa gerek oldukça mahzun görünüyor gözümüze. Devrez’in köprüleri biraz kadersiz sanki. Akşama doğru ulaşacağımız ve yakın zamandaki bir sele direnemediğini öğrendiğimiz tarihi Mamu Köprüsü’nün ayakları da hüzün veriyor, biz yürüyüşçülere...
Olağanüstü güzel doğa manzaraları arasındaki yürüyüşümüz boyunca gördüklerimiz; (mevsimine göre) akyıldız, altınyıldız, ballıbaba, çiğdem çeşitleri, Ankara karanfili vb kır çiçekleri; karamuk, böğürtlen, alıç, ahlat, kuşburnu, kızılcık, elma gibi meyveler; ökseotu, hindiba, üçdiken, su mercimeği, gibi bitkiler ile yaban domuzu, tavşan, tilki, kurt ve hatta vaşak gibi hayvanlar ve de angut, keklik, atmaca, balıkçıl, gibi yerli ve göçmen kuşlar olarak özetlenebilir.
Vadinin iyice daraldığı, artık Devrez’in geçit vermediği yerlerden ilkiyle Köpürlü’den önce karşılaşmış ve suyu yürüyerek geçerek yürüyüşümüze karşı kıyıda devam etmiştik. Benzer bir yerle bir kez daha karşılaşıyoruz. Bu defa iki seçeneğimiz var. Ya daha önce olduğu gibi botları çıkarıp suyu yürüyerek geçeceğiz ya da kanyonun üst tarafına tırmanarak devam edeceğiz. İkinciyi seçiyoruz, böylece Devrez’i yukarıdan da görüp fotoğrafladıktan sonra aynı zamanda kamp yapacağımız, Mamu’daki tarihi köprü kalıntısına geliyoruz. Burada, KUZKA (Kuzey Anadolu Kalkınma Ajansı) Belediye tarafında inşa edilen bir mesire alanı bulunuyor. (Köpürlü - Mamu arası 3-4 saat sürüyor.)
Yürüyüşümüzün bundan sonraki kesiminde zorluk derecesi biraz artıyor. Yer yer hafif/orta zorluk derecesi gösteren ve yine 3-4 saat kadar süren Mamu – Sumucak arasında Çukurca köyünü geçerek bu yürüyüşteki son, daha doğrusu sondan bir önceki durağımız olan tarihi Sumucak demiryolu köprüsüne geliyoruz. Bir Cumhuriyet eseri olan köprü Zonguldak Kara Elmas demiryolu hattının inşası esnasında yapılmış. 1935’de hizmete açılan görkemli taş köprünün biraz küçüğü de Devrez’in yan tarafındaki vadide, Devrez’le Sumucak İstasyonu arasında bulunuyor.
Kaplıcada (!) final İnce Geliş Tuz Yolu’nun bir ayrıcalığı... Hocahasan Hanönü mevkiinden Çavundur kaplıcalarına kadar tamamı 30 km kadar olup molalar hariç 6-8 saat süren Devrez Vadisi yürüyüşünün sonunda; bir iki saat yorgunluk atabileceğiniz veya konaklayabileceğiniz şifalı termal tesisler Kurşunlu’ya 10 km uzaklıktaki Çavundur Mahallesi’nde bulunuyor. Tesislerde, kaynağında 58 derece olan doğal termal su, özel bir teknikle (önce ısıtmada kullanılıyor) hiç soğuk su karıştırmadan 41 dereceye kadar soğutularak havuzlara veriliyor.
Nasıl Gidilir? Ne Yenir? Ne Alınır?
Devrez Vadisi’ne ulaşım zor değil. Ankara’ya 170 km uzaklıktaki Kurşunlu’ya Kızılcahamam, Işık Dağı yoluyla özel araçla gelinebileceği gibi AŞTİ’den her gün karşılıklı olarak iki kez düzenlenen otobüs seferlerinden yararlanılabilir. Kurşunlu’nun İstanbul’a uzaklığı 420 km olup Gerede üzerinden özel araçla veya Karadeniz otobüsleriyle ulaşılabilir. Devrez Vadisi’nin İnce Geliş Tuz Yolu kapsamındaki etabı için, bir taksiyle gidilerek ilçe merkezine 12 km uzaklıktaki Kapaklı’dan başlanabileceği gibi, yine taksiyle gidilerek 6 km uzaklıktaki Sumucak köprüsünden de başlanarak da yürünebilir. İstanbul’dan gelişte Kurşunlu’yu geçtikten 6 km sonra veya Karadeniz tarafından gelişte Kurşunlu’ya varmadan, Amcaoğlu akaryakıt istasyonunda inilerek doğrudan, Sumucak tarafından yürüyüşe başlanabilir. 
Yemek için Kurşunlu’nun merkezindeki veya İstanbul’u Karadeniz’e bağlayan E80 Yolu üzerindeki tesislerden yararlanılabilir. Alışveriş ederken Çankırı’nın meşhur kaya tuzunun yanı sıra Kurşunlu’nun yöresel nokulu (bir çeşit ekmek/çörek) ve ödüllü çiçek balı da unutulmamalı.
Bir İnce Geliş Tuz Yolu Ritüeli
İnce Geliş Tuz Yolu’nu diğer kültür rotalarından ayıran en önemli özellik, tarihte de kullanılmış bir rota olması. Yüzyıllar boyunca bu yolda tuz taşıyan kervancıları anmadan, en azından bir selam göndermeden geçmeyelim diyenlere, deneyimli bir gezginden anlamlı bir öneriyle bitirelim yazımızı. Şöyle diyor Gülden Kaya; “İnce Geliş Tuz Yolu gibi bir kervan yolunda yürümenin sembolik de olsa bir ritüeli olsun, o ruhu hissedeyim derseniz, sırt çantanıza ya da bir cebinize bir kese kaya tuzu koyun. Öğle yemeği molasında, taşıdığınız bu tuzu ekin kumanyanızdaki domatesin üstüne mesela...” Başka önerileri de var Kaya’nın: “Sonbaharda yürürseniz aç gidin! Zira rota açık büfe gibi yok yok... / Mutlaka tozluk takın ki dikenler, otlar, sarmaşıklar size takılmasın! / Uzun kollu bir üst giyin. Meyve toplarken ağaç dalları ve çalılar kollarınıza imzalarını atmasınlar. ‘Yok imza alırım ben’ diyorsanız tercih sizin!  / Baton da çok işe yarıyor tavsiye ederim. Sadece dizleri korumakla kalmıyor en üst dallardaki elmaları, cevizleri kolayca indiriyor...”
Sonsöz: Sofranızda tuzunuz, İnce Geliş Tuz Yolu’nda ayak iziniz eksik kalmasın...
Yazı: Timur Özkan

4 Aralık 2017 Pazartesi

Bosna Hersek Yolcusu Kalmasın

Yemyeşil dağları, bu dağların arasından kıvrıla kıvrıla geçip giden nehirleri, vadilere serpiştirilmiş irili ufaklı şehirleri, konuk ağırlamaya can atan kasabaları, kıpır kıpır nağmeleri ve birbirinden lezzetli yemekleri ile Balkanların incisi Bosna-Hersek...


Hani bazı ülkeler, şehirler vardır. Kitaplarda okumak, filmlerde izlemek, anlatılanları dinlemek yetmez... Yola düşüp, tarih kokan sokaklarında yürümek, köprülerinden geçmek, bir tepeye çıkıp uzun uzun gün batımlarını seyretmek, köşe başında kurulmuş semt pazarından alışveriş etmek lafın kısası yaşamak “anı biriktirmek” gerekir. İşte Bosna-Hersek tam da böyle bir Balkan ülkesi...

“Çadırımız mavi beyaz
Bu sene gelemedi yaz
Aman katip haller yaman
Beni başka deftere yaz....”                                           - eski bir Balkan türküsü

Çocukluk yıllarımın karlı buzlu kış günlerinde bir sonraki günün daha da soğuk olacağının habercisiydi Balkanlar... Tek kanallı televizyonumuzun uzun kış günlerinde her akşam konuğu olan sunucu “Balkanlardan gelen soğuk hava dalgası tüm yurtta etkisini gösterecek” derdi.  Üniversite dahil öğrencilik hayatım boyunca ne çok okuyup sınav oldum Balkanlar’dan. İlk gençlik yıllarımda hep duyup okuduğum Bosna-Hersek vardı. Acılarıyla, yaşanmakta olan savaşla!
Ve şimdi Bosna-Hersekte’yim... Evet, yakın zamanda yaşanan savaş günlerinin sokaklarda, mezarlıklarda, yıkık binalarda hala izleri var. Silinmemiş silinemez de... Ama burada da her yerde olduğu gibi çocuklar var, parkları dolduran, koşup oynayan çocuklar; sonra gençler hepsi de pırıl pırıllar.


Bosna-Hersek’te ilk durağımız ülkenin başkenti Saraybosna, nam-ı diğer Sarajevo. Türklerin Avrupa’da kurduğu en büyük şehirlerden birisi olan Saraybosna, tarihi boyunca birçok önemli olaya tanıklık etmiş. Bunlardan ilk aklıma gelenler, 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasına neden olarak gösterilen Arşüdük Franz Ferdinand’ın öldürülmesi, 1984 Kış Olimpiyat Oyunları ve Bosna Savaşı sırasında neredeyse üç buçuk yıl süren amansız kuşatma.



Miljacka Nehri Saraybosna’nın tam ortasından geçiyor. Nehir üzerinde irili ufaklı köprüler var. Nehrin bir tarafında yürüyerek gezebiliyorsunuz diğer tarafında ise şehri bir baştan diğerine dolaşan soluk mavi, bordoya çalan kırmızı sözün kısası eski hem de çok eski tramvaylarla istediğiniz yere ulaşabiliyorsunuz. Nehir üzerindeki köprülerden en meşhuru Latin Köprüsü. Köprüde karşıdan karşıya geçenlerden çok fotoğraf çektirenler dikkatinizi çekecektir. İşte, Birinci Dünya Savaşı’nı tetikleyen olayın gerçekleştiği adres burası. O günlere ait merak ettiğiniz her şeyi köprünün hemen yakınında bulunan müzeyi gezerek öğrenebilirsiniz. 

Yürümekten yorulup, hem biraz soluklanmak hem de birşeyler içmek için  köprünün biraz ilerisindeki küçücük beyaz badanalı yapıya “İnat Kuca”ya ulaşırsanız hikayesi eminim sizin de ilginizi çekecektir. Bugün kafe olarak faaliyet gösteren İnat Kuca’nın sahibi inatçı mı inatçıymış. Kütüphane binasının yapımı sırasında civardaki bazı evlerin yıkılması gerekiyormuş. Evler yıkılacak, o evlerden çıkanlara yeni ev verilecekmiş. İşte bu evlerden birisinin sahibi “ben çıkmam da çıkmam evimden” diye inat etmiş. Devletin ileri gelenleri onca dil dökmüşler ama bir türlü ikna edememişler. Gel zaman git zaman yumuşamış evin sahibi, ama bir şartı varmış: Evinin duvarlarındaki tüm tuğlalar teker teker sökülecek aynı malzemeyle nehrin tam karşısında kendisine bir ev yapılacak. Ev yıkılmış ve karşı tarafa aynısı yapılmış; yeni evin adı da “İnat Kuca” kalmış. İşte yanında bir lokma bol hindistan cevizli lokum ile şekersiz ikram edilen Boşnak kahvenizi yudumladığınız mekanın “İnat Kuca” nın, dinlediğim öyküsü.




Saraybosna, yürüyerek, ara sokaklarında kaybolarak keşfedilecek bir şehir. Şehrin mutlaka görülmesi gereken önemli tarihi mekanlarını da bu yürüyüşleriniz sırasında elinizle koymuş gibi bulursunuz. Tüm sokakların birleştiği nokta Güvercin Meydanı.  Meydan kalabalık mı kalabalık, turistler, yerliler ve tabii ki güvercinler. Ortasında yeniden yapılmış ahşap bir çeşme... Meydana açılan sokakların herbirinde el emeği göz nuru ürünlerin satıldığı minik dükkanlar var, akşam olunca bunların çoğunun ahşap kepenkleri kapanıyor. Her sokak başında meşhur Boşnak börekçileri. Boşnak böreği; hani ucundan bir lokma tadına bakıyım, diye başlayıp “hadi biraz daha, azıcık daha” yiyim deyip ölçüyü kaçırtacak kadar muhteşem bir lezzet. Kıymalı içle hazırlanan böreğin üzerine yoğurt konularak servis ediliyor. Ama ne yoğurt, kaymak tadında, krema kıvamında. Ayrıca ıspananklı, patatesli ve peynirli böreklerin de tadına bakmalısınız. Fırından yeni çıkmış, nar gibi kızarmış güzelim böreklerin tek eksiği şöyle taze demlenmiş bir bardak çay. Evet, demleme çay yok buralarda ne yazık ki. Börekle bitmiyor tabi ki. Kebap denilen köfte, kıyması bol pirinci az malzemeli dolmalar, çorbalar, etin her çeşidi, benim pek beğendiğim ve iki tane yediğim içi bol cevizle doldurulmuş tufahiye tatlısı, peynir çeşitleri, şaraplar ve siyah bira... Göze de mideye hitap ediyor buranın yemekleri. 


Sokaklarda dolaşırken Morica Han, Gazi Hüsrev Bey Camii ve Medresesi, saat kulesi hemen yolunuzun üstünde. Daha ileriye devam edince ise Ortodoks Kilisesi, Katedral, Boşnak Enstitüsü var. Saraybosna, aynı cadde üzerinde veya ara sokaklarında Katolik, Ortodoks ve Müslüman ibadet yerlerinin bir arada olduğu ender şehirlerden.
Şehrin yeni olan bölümünde ise kafeler, restoranlar, dünyanın tanınmış markalarının satıldığı mağaza ve butikler ile şimdilerde büyük şehirlerin vazgeçilmezi olan alışveriş merkezleri bulunmakta. Yeni olan tarafta yürürken iki caddenin birbirini kestiği yerde sönmeyen bir meşale çıkar karşınıza. İkinci Dünya Savaşı’nda yaşamlarını kaybedenler anısına konulmuş olan bu meşale gece gündüz sürekli yanıyor. 

Tarih kokan şehir Saraybosna’dan sonra ülkenin diğer şehir ve kasabalarını bir araç kiralayarak gönlünüzce dolaşabilirsiniz. Dağların, tepelerin arasından, yemyeşil vadilerden ve bütün güzellikleri üzerinde yansıtan hani “su yeşili” dediğimiz türden nehir kıyılarından yapacağınız geziniz de Mostar’a mutlaka uğrayın. Neretva Nehri’nin üzerinde Mimar Sinan’ın öğrencilerinden Mimar Hayreddin tarafından yapılan Mostar Köprüsü’nde soluklanıp, Mostar’ın, vaktiniz bolsa tüm bölgenin öyküsünü  bir de yorulmak bilmez seyyah Evliya Çelebi’den dinleyin. Kış kapıdan girmeden yola çıkın.... Haydi, Bosna-Hersek Yolcusu kalmasın!
Yazı:Yeşim Özcan / @yesimcimcim  Fotoğraflar: Murat Solakoğlu / @msolaks